30 Ekim 2013 Çarşamba

CUMHURİYETİMİZİN 90. YILI KUTLU OLSUN

           
                       Türk milletinin yeniden doğuşu ile kurulan Cumhuriyetin 90. yılını kutlamanın onur ve gururunu yaşamaktayız. 
             Çağdaş bir anlayışın ürünü ve tüm dünyaya örnek olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!...
             Ne mutlu Türküm diyene!...
              
            




19 Ekim 2013 Cumartesi

AYLA



    Bayramın üçüncü günü öğlene doğru kapı çalındı. Açığımda büyük oğlum kapıdaydı. Onun yüzünden her halini okuyabilirim. Ayaküstü usulen yapılan bir-iki cümlelik sıradan konuşmadan sonra, direk sordum. Ne oldu, çabuk söyle… Biraz kem-küm etti, Ayla Teyzeden haberin var mı ? dedi. Bir şey olmuştu ama ne?...En kötüsünü aklıma bile getirmek istemiyordum. Hemen gurup arkadaşlarımızdan birini, aradım. Maalesef duymak istemediğimi o da teyit etti… Ayla’yı kaybetmiştik. İnanamadım…Facebook duvarımda paylaşamadım akşama kadar.. Şakadır, değildir, ayıp olur diye… Başka arkadaşlardan da telefonlar, mesajlar gelmeye başlayınca işin şaka kaldırır tarafı olmadığını kabul etmek zorunda kaldım…

    Üzgünüm, hem de çok üzgünüm…Genç bir insana yazık oldu, sevgili eşi Orhan Beye yazık oldu, çocukları Erhan ve Anıl’ a yazık oldu… İmrenilecek bir aile kurmuştu benim dostum… Her şey yoluna girmişti… Yeni emekli olmuştu, çocuklar okullarını, askerliklerini  bitirmiş, işlerini tutmuşlardı…

    Gerçeklerin soğuk yüzüyle çok kere karşılaşmıştım, bu da onlardan biriydi işte…

    Sağanak yağmur altında dostumu son yolculuğuna uğurladık…

    Aceleyle kılınan namaz ve  okunun kısa bir dua…

    Ebette iyi bilirdik dostumu, elbette hakkım sonuna kadar helal olsun.

8 Ekim 2013 Salı

ÇOCUKLUĞUM...





           Bu gün öğlende tam bahar havası vardı yaşadığım şehirde. Yürüyüş yolu boyunca ellerim ceplerimde ağır ağır yürüdüm uzun uzun. İçimi bir korku kaplayarak fark ettim ki doğduğumdan beri yaşadığım şehre yabancılaşmışım…Son on dört yıldır şehir dışında, yakın bir kasabada yaşıyorum. Çok uzak sayılmaz merkeze…Önemli bir işim , ödemem veya alışverişim olmazsa pek gitmiyorum şehre. Hem gürültülü ve kalabalık, hem de pek tanıdığa rastlamıyorum nedense…

         Ama bu gün, çocukluğumun geçtiği mahalleye gittim. Bir dükkanın önünde uygun bir yere oturdum tam da evimizin olduğu arsayı gören… Şehrin göbeğinde arsa mı olur …Var işte…Çocukluğumun geçtiği ev depremde yıkılınca ve çok da ihtiyaç olunca yıkılan dört evin arsası otopark olarak kullanılıyor şu an. Bir an çocukluğumun ayak izlerini görür gibi, annemin beni sokaktan çağıran sesini duyar gibi oldum… Bana kocaman gelen sokaklar ne daracıkmış meğerse… Baya bir uzun yol gibi bellediğim ilk okulum iki adımlık yermiş… Çokkkk uzak gelen öteki sokak, belki de yüz yüzeli adımmış…Arkadaşlarla toplanma yerimiz olan ‘’ara sokak’’ dediğimiz çıkmaz sokak açılmış koca bir caddeye bağlanmış. Halbuki oralar bizim hayal dünyamızı besleyen oyun alanlarımızdı, her yer komşularımızın bahçeleriydi. Evler bahçeli ve bahçelerin bir birine kapıları vardı. Sokağa çıkmadan kaç ev ötedeki komşuya bahçelerden gidilebilirdi…

       Bütün komşularımızı gözümün önüne getirmeye başladım. Bu hiç zor olmadı…Sanki hiç kopmamışız gibi. Halbuki bir çoğu rahmetlik oldu. Hele depremden sonra iyice birbirimizi kaybettik.Bitişiğimizdeki Terzi Rıfat Abi, onların yanında Ali Bey, arkada Avukat Cengiz Sille, üst katlarda Mimar Metin Alan, Saatçi Mehmet Amca, karşımızda Sabriye Teyzeler, oğulları Ayhan, Adnan Çoker’ ler, üst kat komşumuz Özel İdare Müdür Yardımcısı İzzet Hor Amca, yine karşımızda Polis Memuru Salih Amca, onlardan sonra Nazmiye Teyze,oğlu Rebi Abi, sırayla Kandıralı Eda Abla, Ekrem Abi, İrfaniye, Fatma Teyzeler,Necla Teyzem, Topuz Abim,karşı sokakta Nazlı Teyzeler,Nebahat Teyzeler, Feriser Teyze ve  fotoğrafçı eşi, Mürvet Atabay…İnan hiç atlamadım, hafızamda hepsi çok net duruyorlarmış… Hatta evimizin odalarını, eşyaların yerlerini, kitaplıktaki kitapların dizilişlerini bile gözümün önüne getirebildim…

     Bir an bütün o arabalardan, kalabalıktan sokağımı temizlemek istedim. Oyuncaklarımdan tekrar bütün evleri yerlerine koymak ,

evlerdeki insanları içine yerleştirmek…Hayali bile güzel…. Yol arkadaşımın beni çağıran sesi ile oturduğum yerden kalktım, usulca el ele tutuştuk...Hava epey serinlemişti…

6 Ekim 2013 Pazar

BAHÇE HASADI




           Hayatta her şey bir düzen içinde devam ediyor. Başlangıçlar bitişleri, bitişler başlangıçları kovalayıp gidiyor. 
          
           Yaz başında büyük bir zevkle ektiğimiz sebze-meyve fideleri işlevlerini bitirdiler. Domatesler, biber ve salatalıklar, patlıcanlar ''artık biz bittik, bizden medet umma '' der gibiydiler. Ben de anladım hallerinden. Bahçe giysilerini, eldivenlerini ve yağmurluğumu sıkıca giyinip çıktım bahçeye. Sanki evin içini temizler gibi sebze bahçesini temizliğe giriştim… Önce kalan son sebzeleri topladım. Sonra sebze verdikleri zaman destek olsun diye toprağa dikilen sopaları çıkardım, bir kenara dizdim.  Daha sonra kuruyan sebze köklerini topraktan çıkardım, üstlerindeki toprakları silkeledim. Yerde kalan fazla otları topladım, yağmurlardan sonra onlarda bir artmış ki…Bir toprağın tozunu almadığım (!) kaldı , o derece yani…Şimdi sebze bahçesinde sadece fasulyeler ve biberler var. Hele fasulyelerin üstleri bayram yeri gibi, kıyamadım kopartmaya. Bunca soğuktan sonra tekrar verecekler mi merak ediyorum.

           Sıra geldi hasadın değerlendirilmesine…. Bütün toplananlar titizlikle  bir-iki kere yıkandı önce. Ben sebze bahçesi ile uğraşırken yol arkadaşım eşim,  narları, elmaları, kestaneleri ve kalan cevizleri toplamıştı. Aslında ben  bu işlerle uğraşmayı çok seviyorum. Ama mutfaklar küçük, acilen ortalığın toplanması lazım. İşte bu sebepten dolayı yol arkadaşımla iş bölümü yaptık. Meyvelerle o, sebzelerle ben uğraşacaktık. O çatlayan narları , ben de fasulyeleri ayıklamaya koyulduk. Bir taraftan yeşil domates , fasulyelerin bir kısmı ve biberlerle turşu kuruldu, bir taraftan fasulyeler rendelenen kırmızı domateslerle biraz kavrulup dondurucu konmak üzere hazırlandı…

           Aaaa, çok yoruldum ve bahçede de biraz üşüttüm sanki. Bu gün mıyışık kediler gibi battaniyenin altından çıkmak istemiyorum. Arada bir yorgunluğumu unutmak için gidip turşulara falan bakıyorum yaptığınla övünen çocuklar gibi …
                                                                                    

  
  

  


 















         










Şimdi temizleyip tozunu bile aldığım (!) bahçeme kışlık bir şeyler ekmeyi düşünüyorum. Ya nasip…



3 Ekim 2013 Perşembe

ANTALYA DÜDEN ŞELALESİ



       Hava buzzzz, resmen kış havası. Karşımızdaki Kartepe’ ye ,yakınımızdaki Uludağ ‘ a kar yağmış. Mevsimler değişti, yaz uzun atlama yaparak yazdan kışa sıçradık… Daha ekim ayının ilk günleri. Halbuki ben sonbaharı severim, yaşamadan atlanan her şeyi dönüp yaşarız.
     ….
      Hadi gelin şimdi yazdan kalma zamanlara dönelim. Yaz tatilimizi geçirdiğimiz Antalya’ da sıcaktan bunaldıkça serin yerleri tercih ettik. Tercihimizi tam karşılayan yerlerden biri Düden Şelalesiydi .Girişte ördeklerin gezindiği bir alan vardı. Görüntü olarak çok sevimliydi ama ördek pisliği kokusu hiç de hoş değildi. Buna bir çare bulunabilir herhalde…
     Şelale oldukça büyük bir alanda yayılmış. Suların adeta moleküllerine ayrıldığını görüyorsun. Ya da oksijenin yüzünüze  çarptığını hissediyorsunuz. Tamam biraz abarttım… Diyelim ki ben çok beğendim. Kocaman çınar ağaçları, taaa yukarılardan aşağıya dökülen sular ,gümbür gümbür akan sular, şırıl şırıl akan sular, durgun sular, ığıl ığıl yol alan sular, çınarların arasından gürültüyle fışkıran sular, aşağıdaki mağaralara inen kaygan basamaklara sızılan sular… Bembeyaz köpük köpük sular, renksiz gibi duran sular, masmavi sular, yemyeşil sular…





























     Sizi Düden Şelalesi’ ne ait  rengarenk ve şekildeki su görüntüleri ile baş  başa bırakıyorum. Yolunuz Antalya’ ya düşerse atlamayın derim.